Lord; “ İngiltere’de kral ya da kraliçe tarafından soylulara verilen, babadan oğla ya da ailenin büyük erkek kişisine geçen soyluluk.” “ Lortlar çok zengin kimselerdir. Yüksek, kalantor, gösterişli kimselerdir.” Nazım Bey Yağlıkçı Hüseyin Ağa’nın torunlarındandır. Şakır efendinin oğludur. Sanata, edebiyata olan ilgisi nedeniyle eğitiminin ilk yıllarında Arapça, Farsça ve Tasavvuf Edebiyatı konularında kendini geliştirir. Babası kaymakam olduğu için devlet kademelerinde iş bulmakta zorlanmaz. Memurluğa Mithat Paşa’nın hususi kâtibi olarak başlar.( Osmanlı’da yayınlanan ilk Türk gazetesi olan Takvim-i Vakayı de yazarlık ve başyazarlıkta yaptı.)

 Nazım Bey, İstanbul Üsküdar’da Mihrimah Sultan cami yakınlarında oturmaktadır. Camiden yassı ezanı okunuyordu. Nazım Bey üç katlı ahşap evinde yassı namazını kıldı. Evinin kırmızı çini ile kaplı avlusuna çıktı. Çiçek kokularını içine çekerek bir “ohhh” çekti. Renge renk çiçekler arasında oturup hayallere daldı. Erguvanların sardığı bahçenin çevresinden boğazın maviliğini seyredip, yapacağı işleri aklından sırasıyla geçirdi. Çiçekleri itina ile incitmeden suladı. İnancına göre çiçek sulamak bile ibadetti. Dede Nazım Bey odasına çıkarken, yaramaz torunu uyumamak için direndiğini görür. Gelini Ayşe Celile Hanım’a “ bana bırak”  dercesine göz işareti yapar. Ayşe Celile dışarı çıkar. Dede torun baş başa kalır. “Yat bakalım evlat, bak sana ne okuyacağım!” Bebek yüzlü, sap sarı saçları, masmavi gözleriyle, bibloyu andıran çocuk, askeri bir komut almışçasına yatağına girdi. Dede; Mesnevi şiirleriyle süslediği uyuma ritüelini şu dizelerle bitirdi. “ Aşk’la beraber ol, birlikte yaşa. Çünkü aşk, canın cevheri, özü mayasıdır. Gelip geçici sevdaların peşinden koşma, sonsuza kadar senin olacak dostu ara…” Şiir bittiğinde biraz önceki haylaz çocuk uykuya dalmıştı. Dede güzel yüzlü çocuğun yatak örtüsünü örtüp, anlından öpücük kondurdu.

1881 yılında Konya’ya Mektupçu olarak gönderildi. Mevlana Celalettin Rumi’nin kenti hayatında dönüm noktası oldu. Tasavvuf felsefesine yöneldi. Mevlevi dergâhının saygın üyesi oldu. Kendini Allah’a adadı. Mert doğruları söylemekten vazgeçmeyen, menfaatleri uğruna sözünden dönmeyen bir kişiliğe sahipti. Halk tarafından çok sevilip sayılırdı.

 Nazım Bey’in yolu Şair Ziya Paşa’nın Adana valiliği döneminde Kilikya’ya düştü. Hastalıklarıyla boğuşan Ziya Paşa’nın başyardımcısı oldu. Onun yokluğunda kenti yönetti. Başarılı devlet adamlığı sayesinde 1896 yılında Mersin Mutasarrıflığı’na girdi.

  Mersin’de yaşadıkları onun hayatını tümden etkileyecek, burada verdiği bir karar, batılı devletlerin cenderesi altındaki Osmanlı’nın yıkılmadan önceki son onurlu hareketi olacaktı. O dönemde dağılma sürecine giren Osmanlı, yabancı devletlere ayrıcalıklar tanımak zorunda bırakılmıştı. Osmanlı İmparatorluğunun üretime dayalı büyümesi de engellenmişti. Batılı devletler içten içe Osmanlı ekonomisini kazandıkları imtiyazlarla ülkeyi ekonomik olarak işgal ediyorlardı.

 Mersin dönemin önemli ticaret merkezidir. Çok sayıda yerli ve yabancı gayrimüslim iş adamı Mersin limanında ayrıcalıklı ticaret faaliyetleri yürütülmektedir. Nazım Paşa bu durumdan rahatsız olsa da elinden bir şey gelmez. Kendilerine tanınan ayrıcalıktan bu ülkenin sahibi gibi davranıp, halkı küçük görüyorlardı. Nazım Bey buna için için üzülüyor, kahroluyordu. Elinden de bir şey gelmiyordu.

Otuz yıl önceki Amerikan iç savaşı Mersin’in ticaretini doğrudan etkilemişti. Amerika’da Dört yıl boyunca süren savaş yüzünden pamuk üretimi durmuştu. Çukurova da ön plana çıkmış, dönemin beyaz altını Mersin ve çevresinde yetiştirilmemeye başlanmıştı. Kentin tüm ticaret hâkimiyeti yabancıların ve gayrimüslimlerin elindedir. Bu ticareti yapanlardan biride Lort Thompson’dur. Lort da İngiltere’den gelen eşyalarını limandan evine taşıması için On İki yaşında ki küfeci Mehmet’i hamal olarak tutmuştur.

 Bu günler Osmanlının memurlarına maaşlarını ödeyemediği günlerdir. Küfecilik yapan Mehmet, zayıf kara kuru üstü başı yırtık bir çocuktur. Mersin’in kavurucu sıcağı herkes gibi Mehmet’i de kara yapmıştır. Üstüne kirle toz birleşince tamamen kararmıştır. Mehmet kazanacağı para ile evine ekmek götürecek, karnı doyacaktı. Ailesine kendide mutlu olacaktı. Kendisi kadar büyük küfeyi tek başına kaldıramaz, yanında ki hamallar yardım eder, sırtına yüklerler. Lort önde Mehmet arkada Mersin’in taş evleri arasından,  taş döşemelerin üzerine basarak gösterişli malikânenin önüne gelirler.

 Mehmet kan ter içinde kıpkırmızı olmuştur. Sırtındaki yükü indirir indirmez derin bir nefes alır. Sırtını yan duvara verir. Lort Thompson kendisini kapıda bekleyen hizmetçilerine eşyaları içeri almalarını emreder. Mehmet lorttan alacağı parayı düşünür. Mehmet bekler lort hiç oralı olmaz. Lort eşyaların ardından çocuğun yüzüne bile bakmadan eve doğru yönelir. Mehmet; “ Efendim para” diye arkasından seslenir. Lort Türkçe bilmez ama çocuğun ne istediğini bilir. Mehmet’e dönüp küçümser bir yüz ifadesiyle, elinin tersini sallayarak gitmesini işaret eder. Arkasına dönüp yürümeye başlar. Mehmet yüksek bir ses tonuyla, haklı olarak “ amca paramı alamadım.” Diye bağırır. Ayrıcalıklı olmanın verdiği şımarıklıkla Osmanlı tabasının kendisinin uşağı olduğunu düşünen lort çocuğa hızlı adımlarla yaklaşır, onu iterek kapıdan uzaklaştırır. Lort tekrar eve yönelir. Mehmet yapılan haksızlığın verdiği sinirle Lort’un çekeninin arka kısmından yakalar. Parasını almak için yalvarır sesle mırıldanırken yerde sürüklenir. Sim siyak gözlerinden, kara yüzüne gözyaşları akmaktadır. Sert bir hareketle çocuktan kurtulan lort, elinden hiç bırakmadığı topuz başlı bastonu, hızla Mehmet’e doğru savurur. Baston Mehmet’in tamda şakağında patlar. O an her şey susar. Ne ağlama kalır ne feryat, figan! Mehmet bir iki dakika baygın gözlerle ayakta kalır. Akan kanlar ayaklarının dibine damlar. Mehmet dayanamaz zayıf ince vücudunu ayakları, olduğu yere uzanır. Lort arkasına bile bakmadan malikânesine girmiştir. Etraftakiler Mehmet’in başına koşarlar, küçücük çocuk oracıkta ruhunu teslim etmiştir.

 Korkunç haber Vali Nazım Paşa’ya kısa sürede ulaşır. Paşanın cesaret ve vicdan imtihanı başlar. Hemen tahkikat yaptırır. Görgü tanıklarını Thompson denen adamın bir maddi anlaşmazlık nedeni ile çocuğa sinirlenip bastonla kafasına vurduğu doğrulanır. Lort Thompson Nazım Paşa’nın karşısına çıkartırlar. Lort sonucu inkâr etmez. Nede olsa egemendir. Osmanlıyı da adaletini de küçümsemektedir. Lort’un sucunun sonucu ölümdür.  Dönemin yabancıları Osmanlı mahkemelerinde yargılanmadığından küstahça bir rahatlıkla paşanın karşısında durmaktadır. Nazım Paşa kendi hayatı pahasına Lordun yargı önüne çıkması emrimi verir. Haber İngiliz Konsolosluğu’na ulaşır ulaşmaz, konsolos Lor’dun bırakılması için girişimde bulunur.

Nazım Paşa’dan ret cevabını alan konsolosluk bu kez de limanda bulunan Kraliyet Filosu gemileri kenti bombalayacağı tehdidini savurur. Nazım Paşa keslin bıçak sırtındadır. Bir yanda çocuğun katilinin cezasız kalması, diyer yandan şehre bombaların yağması… Kararı verirken fazla düşünmez paşa;” Mersin’de yaşayan İngilizlere şehirden çıkış yasağı koyuyorum. Tüm çıkışları da tutun, bir tek İngiliz Mersin’den çıkmasın. Biz öleceksek, onlarda ölecek!”

Beklenmedikleri bu hamle karşısında şaşkına dönen konsolos kendi vatandaşlarının ölümü pahasına kenti bombalamaya cesaret edemez. Lort’un bırakılması için padişaha sert bir telgraf çekilir. Haber İstanbul’a ulaştığı saatlerde mahkeme kurulmuştu bile. Tanıklar dinlenir. Lort’un avukatları savunmalarını yaparlar. Olayı duyunca öfkeyle karşılayan Abdülhamit acele; “Serbest bırakılsın” fermanını verir. Padişahın fermanı Mersin telgrafhanesine ulaştığında, Lort Thompson yoğurt pazarında kurulan darağacında çoktan sallanmaya başlamıştı.

Osmanlının yıkılmadan önce ki son anti- emperyalist hareketini Osmanlı’ya rağmen Nazım Paşa yapmıştır.  Olay Osmanlıda büyük hayal kırıklığına yol acar. Nazım Paşa kellesini zorlukla kurtarır. Bundan sonra atandığı yerlerde uzun süre görev yapmasına izin verilmez. Yakın dostu Namık Kemal ile birlikte devletin özgürleşmesi için çalışır. Mesnevi şiirleri yazar. Yaşamını padişahın halifelerinin gölgesinde geçirir.

Nazım Paşa yatağında mışıl mışıl uyuyan torununa bir kez daha baktı. Küçük Nazım’ı bir kez daha öptü. Torununa kendi adını vermişti “ Nazım”

 Osmanlı’nın son kahramanının torunu Nazım büyüyecek, emperyalizme karşı şiirlerle verdiği mücadelede sesini tüm dünyaya duyuracaktı. Herkes onu” Nazım Hikmet Ran” olarak tanıyacaktı. Ünlü şairin dedesi Nazım Paşa’nın Mersin’de 1896-1898 mutasarrıf olduğu döneme ait kayıtlarda yer almaktadır. İngiliz Lort’unun başına gelenler bu kayıtlarda yer almaz. Olaya ait tek belge Nazım Hikmet’in anılarından derleyen; “Nazım’ın çilesi” adlı kitaptır. Nazım’ın dedesiyle ilgili ilginç anıyı dostu Rus Gazetecisi Radi Fiş’e anlatmış. Oda kitabında bu anıya yer vermiştir.

By Anadolunun Sesi Tokat

yazar hakkında bilgi