Cumartesi Anneleri, 763. hafta buluşmasında 27 Ekim 1991’da İstanbul’da gözaltına alınan ve bir daha kendisinden haber alınamayan Hüseyin Toraman’ın akıbetini sordu.

Kayıpların akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle sürdürdükleri eylemlerinin 763’üncü haftasında Galatasaray Meydanı’nda buluşmak isteyen Cumartesi Anneleri, bir kez daha polis tarafından engellendi. Cumartesi Anneleri, İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nin bulunduğu sokakta eylemlerini gerçekleştirdi.  Cumartesi Anneleri, üzerinde kayıpların fotoğraflarının olduğu tişörtler giyerek, gözaltında kaybedilenlerin fotoğraflarıyla karanfiller taşıdı.

Yoğun polis ablukası altında gerçekleşen buluşmada, gözaltında kaybedilen Hüseyin Toraman’ın akıbeti soruldu.

Bu haftaki eyleme HDP 26. dönem Milletvekili Ferhat Encü ve Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Kumi Naidoo da destek verdi.

Basın metnini İHD’den Sebla Arcan okudu. Devletin varlığını ve meşruiyetini hukuk ve adaletten aldığını vurgulayan Arcan, hukuk ve adaletin, uygar ve barışçı bir toplumsal varoluşun temeli olduğunun altını çizdi.

Arcan sözlerini şöyle sürdürdü:

“Hukukun üstün olmadığı, devletin adil olmadığı ülkelerde hak ve özgürlükler askıya alınmış demektir. Hukuk devleti, insan haklarına dayalı değerler sisteminin bütünüyse Türkiye’de hukuk yok; devlet hukukun dışında konumlanıyor. Yargı sisteminin görevi, devlet karşısında, siyasal iktidar karşısında yurttaşın hak ve özgürlüklerini korumaksa, Türkiye’de yargı yok.”

“HAKKIMIZ OLANI TALEP ETMEKTEN VAZGEÇMEYECEĞİZ”

Tanıklara rağmen, AİHM’in mahkûmiyet kararlarına rağmen, kamu görevlilerinin açıklamalarına rağmen, bizzat faillerin itiraflarına rağmen, TBMM raporlarına rağmen hukukun işletilmediğini ve adalet taleplerinin karşılanmadığını söyleyen Arcan, 64 haftadır da uluslararası hukukun ve Anayasa’nın güvencesi altına alınan düşünce, ifade ve barışçıl toplanma özgürlüklerinin keyfi bir şekilde engellendiğini söyleyen Arcan şunları söyledi:

“Talebimiz açık ve net: Güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındıktan sonra varlığı inkâr edilen sevdiklerimize ne olduğunu öğrenmek istiyoruz. Gözaltında kaybetme suçundaki cezasızlığın son bulmasını, adaletin sağlanmasını istiyoruz. Bir daha hiç kimsenin kaybedilmeyeceği bir hukuk devleti istiyoruz. Bunları söylediğimiz için suçlanıyoruz, şiddete uğruyoruz, gözaltına alınıyoruz. Biz gerçeği, yalnızca gerçeği söylüyoruz. Yurttaş olarak hakkımız olanı talep ediyoruz. Onurlu yurttaşlar olarak gerçeği söylemekten, hakkımız olanı talep etmekten vazgeçmeyeceğiz.”

“NİCE SOFRALAR EKMEKSİZ KALDI SENDEN SONRA”

Basın açıklamasının ardından Hüseyin Toraman’ın ablası Sakine Toraman’ın mektubu okundu. Mektubu, gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un kızı Besna Tosun okudu.

“Canım kardeşim, Hüseyin’im,

Veda etmeden, helallik almadan gidişler, gönüllerde dönüşsüz olmuyor. Kaç yıldır adını koyamadığımız bir zamanda bekler dururuz seni. O pazar sabahı kurulan, ekmeğini getiremediğin kahvaltı sofrası hala yerde. 27 yıldır seni bekliyor.

Bir bilsen daha nice sofralar ekmeksiz kaldı senden sonra. Berkin Elvan’ın annesi beklemez mi getirilemeyen ekmeği. Cizre’de elinde ekmeğiyle vurulan 70’lik Mehmet Dede’nin sofrası hala ekmeksiz değil midir?

Hüseyin’im, biliyor musun, İstanbul sokakları ilk sende tanıdı gündüz gözüyle insan kaçırmayı. İnanamadık, nereden bilecektik senden sonra daha yüzlerce canın aynı akıbeti paylaşacağını.

Dünyamız karardı, bilirsin ne çok severdi annem seni. Yüzüne bakmaya bile kıyamazdı. Seni bulmak için her şeyi öylece bıraktı. Çalmadığı kapı kalmadı.

Ağar’ın adaleti faili meçhuller dağıtıyordu.

Demirel’in cebinde değildin ki, çıkarıp versindi.

Meclisin komisyonu, kuzu postuna sarılmış Ökkeş Şendillerdi.

Hâkimi, savcısı, polisi, amiri, bakanı, cumhurbaşkanı bir olup sustular. İşte böylece yarı can kaldı annem.

Sürgünde doğup sürgünde ölen babamı iki yıl önce, senin kaçırıldığın gün toprağa verdik. Ben mi, ben yıllarca sana ağlamadım. Ağlarsam eğer, işte o zaman gerçekten ölürsün sandım. En çok canımı yakan, bu olaylardan senin hiç haberin olmadı.

Sonra ne mi oldu?

Hüseyin’im, memleketin dört bir yanında kaybedilen canların sayısı bini buldu. Evlatsız bırakılan anne babalar, anne babasız bırakılan evlatlar. Sonra buluşup bir araya geldik. Birlikte sizleri, kaybedilen canlarımızı aramaya başladık. Galatasaray’ı siz kayıplarımızla kavuşma mekânımız eyledik. Acılarımızı dillendirdiğimiz, sorumlulardan hesap sorduğumuz yer oldu Galatasaray.

Canım kardeşim, çeyrek asrı aştı adalet arama mücadelemiz. Zaman aşımı deyip dosyaları birer birer kapatmaya çalışıyorlar. Ama onlar bilmiyorlar, anaların acısı, acımız zaman aşımına uğramıyor. Kuşaktan kuşağa aktararak, seni, sizleri aramaktan vazgeçmeyeceğiz!

Şimdi 64 haftadır Galatasaraylı hukuksuzca yasakladılar bize. Baskılarla, saldırılarla bizi korkutup yıldıracaklarını sandılar.

Hüseyin’ini kaybeden annemi ne korkutabilir ki! Evladı elinden alınmış bir annenin kaybedecek neyi olabilir ki! Kardeşim, Galatasaray sana kavuştuğumuz yerdir! Acılarımızı dillendirip paylaştığımız, kayıplarımızı toplumsal hafızada yaşatmak için buluştuğumuz mekânımızdır.

Baskılar bizi yıldırmayacak! Kayıplarımızla buluşma mekânımız Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz.

Hüseyin’im, sen insanların barış içinde, insanca yaşayacağı bir dünya için mücadele ettin.

Sen bizim gururumuzsun!

Adalet yerini bulana kadar mücadelemiz devam edecek!

Seni aramaktan asla vazgeçmeyeceğiz!

Seni çok seven ablan

Sakine Toraman”

“ZORLA KAYBETME DÜNYADAKİ EN MENFUR SUÇLARDAN BİRİDİR”

Okunan mektubun ardından Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Kumi Naidoo konuşma yaptı. Naidoo, Cumartesi Anneleri’nin on yıllardır sürdürmüş oldukları mücadelenin, insan haklarına saygı gösterilen bir dünya için verilen tüm mücadelelere ilham verdiğini söyledi ve şu sözleri kaydetti:

“Sizin herkesten daha iyi bildiğiniz gibi, zorla kaybetme dünyadaki en menfur suçlardan biridir. Bu suçun mağdurları alınıp götürülmekle kalmıyor, devlet yetkilileri tarafından varlıkları inkâr ediliyor, hayatları en sert şekilde yarıda kesiliyor. Zorla kaybedilenlerin yakınları babalarının, kız kardeşlerinin, oğullarının ve kızlarının akıbetini bilmedikleri, yas tutacak bir mezara bile sahip olamadıkları ve sorumlulardan hesap sorulduğuna ve adaletin yerini bulduğuna tanıklık edemedikleri bir kabusla yaşamaya mahkum ediliyor. Geride kalanlar için bu hayat boyu süren bir ceza demektir.

“ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ YANINIZDADIR”

Hakikat ve adalet talebiyle her hafta gerçekleştirilen buluşmalarla sürdürdüğünüz cesur, onurlu ve barışçıl mücadele belli ki yetkilileri tedirgin etti. Yoksa Ağustos 2018’de 700. kez toplanmanızı engellemek için tazyikli su, biber gazı ve plastik mermileriyle polisi çağırmalarının bundan başka ne sebebi olabilir?

Sizi susturma girişimlerinde başarılı olamadıklarını gördüğüm için mutluyum. O günkü polis şiddetini gösteren görüntüler dünyanın dört bir yanında izlendi. O görüntüler, sizin mücadele ettiğiniz devlet şiddetinin sembolüdür. Güçlerinin değil, zayıflıklarının sembolüdür.

Bugüne kadar süregelen ve sizi 1990’ların ortalarından beri her Cumartesi bir araya gelerek Galatasaray Meydanı’nda gerçekleştirdiğiniz buluşmayı yapmaktan alıkoyan bu hukuksuz yasak yalnızca onların zayıflığını artırıyor. Şunu ifade etmeliyim ki Uluslararası Af Örgütü yanınızdadır ve zorla kaybedilen kadınlar ve erkekler adına sesinizi yükseltmek üzere Galatasaray Meydanı’na dönebildiğiniz güne kadar daima sizinle olacaktır. Adalet yerini bulana kadar daima sizinleyiz.”

Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Kumi Naidoo’nun konuşmasının ardından eylem sona erdi.

NE OLMUŞTU?

24 yaşındaki Hüseyin Toraman Gebze’de yaşıyordu. 1 Mayıs için bildiri hazırlama suçlamasıyla hakkında arama kararı vardı. Bu nedenle İstanbul’a taşındı. 27 Ekim 1991 sabahı İstanbul/ Kocamustafapaşa’daki evinin önünde silahlı, telsizli, sivil giyimli kendilerini polis olarak tanıtan kişiler tarafından 34 ATZ 56 plakalı Beyaz Toros’a zorla bindirilerek kaçırıldı. Kaçırılma semt karakoluna çok yakın bir yerde ve mahalle sakinlerinin gözü önünde gerçekleşti. Olaya tanık olanlar polisi arayıp, bir kişinin silahla kaçırıldığı haberini verdi. Bunun üzerine Çınar Polis Karakolu’ndan bir polis ekibi olay yerine geldi. Görgü tanıklarından bilgi alan polisler bir dükkâmn telefonundan görüşmeler yaptıktan sonra olaya müdahale etmeden ayrıldı. Baba Ali Rıza Toraman Çınar Karakolu’na giderek neden müdahale etmediklerini sordu. Karakol amiri Hüseyin’in kaçırılmadığını, siyasi polisler tarafından gözaltına alındığını bu nedenle müdahale edemediklerini söyledi. Baba Toraman karakol amirinin bu beyanını gizlice kaydetti, ses kaydını savcılığa ve dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin’e verdi. İstanbul Emniyet Müdürü Mehmet Ağar’la görüşen aileye Ağar: “Oğlunuz emniyettedir, merak etmeyin, evinize gidin” dedi. Oğlunun bulunması için dönemin Başbakan’ı Süleyman Demirel’le görüşen Hatice Toraman’a Demirel: “Oğlun cebimde mi ki çıkarıp vereyim” dedi.Ailenin tüm ilgili kurum ve kişilere yaptığı başvurular sonuçsuz kaldı. Hüseyin Toraman’ın gözaltına alındığı inkar edildi. Açılan soruşturmalar bugüne kadar bir sonuca ulaşmadı. Tam 28 yıldır Hüseyin’in bilinen failleri korundu. Gözaltında kaybedilen bedeni ailesinden gizlendi.